Ana içeriğe atla

Tiyatro çok kütüydü ama o teyze...

Tiyatro gişesinde duran yaşlı kadının sigara içmekten sararan işaret parmağı bana, "Sadece sigara değil acaba esrar da çekiyor mu ?"diye düşündürüyor... Yaşlılıktan kelleşen kafasında azalan ağarmış saçlarını boyadığı kestane renginin en olmaz tonlarını taşıdığını ise sanırım herkes farkediyordu ve büyük ihtimalle kendisi de...
Bilet alacağım ama o daracık gişeye kendisiyle aynı yaşlarda bir kadınla ödenmeyen günlüklerinin isyanlarını sin-gaf küfür ederek şikayet ediyor.  Özellikle; "s...rim böyle işi" cümlesi içimdeki şeytanı dahi güldürecek kadar beni tahrik ediyor...
-Teyze ahın gitmiş vahın kalmış! sen kim o çapta alet nerede...-Terbiyesiz çocuk utanmıyor musun annen yaşında bir kadına böyle konuşmaya...
-Ne annesi; anneneciğim.... cümlelerini bırakıyorum.. Yanımda duran pansiyon arkadaşım gülüyor.
-S..git lan! Sana bilet falan vermiyorum.
-Seni şikayet ederim.
-Kime edeceksin, etsen ne olur.  Senin şikayetinle beni mi atacaklar bu işten. Valla bak sıkma canımı, ayağımın alına alırım ha!! Sinirden kurumuş dudaklarını açıp kapatıyor, üç diş bu sırada aradan parlıyor...
Gönül almak için; anneannelere el kalkmaz buyur, diyorum.  Duraksıyor... Onunla kavgamın sırf geyik olduğunu farketti... Gülümsüyor... "Lan sen çok serefsizsin haa! Tekrardan ağzında kalan üç dişin gülüşü ve onlara eşlik eden parlayan gözlerle bileti uzatıyor.
Para vermesem olur mu diyorum
-Oha!
-Tamam...
-Akşam buluşalım istersen bende macera çok...
-Ayağımın altına alırım seni eşooo...
Gülmeler ama anneannemin hoşuna gidiyor, kompliman... Kentli kadın, acılarını saklamanın yolunu en çok ağzına sıkıştırdığı küfürlerde buluyor. Kadına küfrü yakıştırıyorum o vakit... Hele de o yaşadığı acıların; ses tellerinden titrek ama bir peşrev tadıyla dökülen kelimelerle olduğunda...
Tiyatro mu?
Seyrettim. Çok kötüydü...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İbn Arabi Abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, insan devlet modelimiz

İslam sufi ve düşünürü rahmetli İbn Arabi abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, Aristonun; siyaset, devlet mevzusunu ele aldığı Politika olarak isimlendiren; devleti tartışma mevzu yaptığı kitaptan mülhem, insanı merkeze ele alarak neşrettiği kitabıdır. Yani Aristo denen zat, insanın kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir teorisini geliştirirken, rahmetli İbn Arabi, dünyevi mutluluğun insanın kemalata uluşmasında arar. Bu bize her iki medeniyetin varlığı, insanı nasıl ele aldığını gösteren bir özellik arz eder. Şöyle ki; Batı toplum ve varlığını, mutluluğunu kollektif bir oluşumla bireyselleştirirken bizde bireyin mutluluğu kendini gerçekleştirme, insani kemalata uluşmakta çoğullaştırır. Yani Batı için çoğunluğun yansıması olan birey varken bizde insanın meydana getirdiği topluluk vardır. Batının bütün kalabalıkları hepsi birbirine benzeyen bireylerken ki; yaşam, siyaset, ideoloji, hayattan beklenti, üretin, tüketim alışkanlıları gibi hep

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Anlatsana bir kasiyerin başından geçen hikayeleri yiyorsa!

Hep anlatacağım bir masalım vardır. Bir sekilde masallar hikayeler uydurabilirim, hiç durmadan. Siz bilmezsiniz ama ben masallar dinleyerek büyümüş bir çocuktum. İnsanın mahalle mektebinden mezun bir büyükannesi olunca, okuduğu Osmanlıca hikayelerinden inanılmaz kahramanlar kalır aklınızda. Sanmayın bunlar cenk masalları… Hayır, bunlar basbayağı Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi Acem, Arap masalları. Mesala Dede Korkut’tan Tepegöz hikayesini, ben ilk kez büyükannemden dinledim.  O, Latin alfabesi bilmediği içinse mektebe gitmiş; okuma- yazmayı öğrenmiş. Biz torunlarına kitap getirir yahut bir yerlerden eline geçmiş kağıt, takvim yaprakları okuturdu. Demek istediğim o masallar güzeldi…   Ben ilk hikayemi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. En son hikayemi ise geçenlerde bir kağıt üzerine iliştirdim ama şu anda kağıdı bulamıyorum. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, hikaye yazmakta pek iyi olduğum söylenemez. Kurgu sorunlarım var. Sonra karakterlerin birbirinden faklı dünyalarını aktarm